Diyarbakır Kayapınar Belediyesi tarafından 18–24 Nisan tarihleri arasında düzenlenen fakat Yüksek Seçim Kurulu’nun Emek, Özgürlük ve Demokrasi adaylarını veto etmesi nedeniyle ertelenen Diyarbakır Belgesel Film günleri (Fîlmamed) etkinliği 12–15 Mayıs tarihlerinde Cegerxwin Gençlik Kültür ve Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi. Biz de (Güliz Sağlam ile birlikte) yarışma seçkisine alınan Türkiye’deki serbest bölgelerde kadın emeğinin anlatıldığı “Bölge” isimli filmimizin gösterimi için Fîlmamed ekibi tarafından Diyarbakır’a davet edildik.
Etkinlikte 40 belgesel film yer almaktaydı. İzleyebildiğimiz bütün filmler bu topraklara ait ortak bir belleği oluşturuyordu. Gösterilen belgesellerden birisi Dersim’de 1937–1938 yılında yaşanan katliam ve sürgünü belgeler ve tanıklarlarla ele alan yönetmenliğini Özgür Fındık’ın yaptığı ‘Kara Vagon 38 Dersim Sürgünleri’ idi. İstanbul’da ilk gösterimi gerçekleştirilen bu belgeselin ikinci galası da Diyarbakır’da yapılmış oldu. Belgeselde, o dönem asker olan ve katliama katılanların yıllar sonra çarpıcı anlatımı da bulunmaktaydı. En dikkat çekici olan ise bu defa mağdurların değil, Dersim Tenkil Harekâtı’na katılan askerlerin, o dönemi, “Geldik, topladık, götürdük derede vurduk. Kol kola taktılar, beş yüz, altı yüz kişiyi ağır makineli tüfeklerle öldürüp, Harçik Irmağı’na koydular…” sözleriyle 74 yıl sonrasında yapılanları anlatmasıydı. Hasan Saltık arşivinden ilk defa yayınlanan fotoğrafların da yer aldığı belgeselde zorla sünnet edilen, dini değiştirilen Dersimli Ermeniler, ailesinden ayrılan kız çocukları, makineli tüfeklerle taranan ölülerin arasından kurtulanlar, ailesini katliamda kaybedenler ve sürgünde yaşayan tanıklar da konuşuyordu. Belgeselin yönetmeni, Dersim’de yaşananların katliam değil bir soykırım olduğunu dile getirdi. Tarihimizle yüzleşmemiz gerektiğini, Dersimli Ermenilerin kimliklerinin nasıl yok edildiğine ilişkin tanıklıkların önemine dikkat çekti. Nefesimizi tutarak izlediğimiz belgeselde bir kez daha tanıklıkların ve sözlü tarih yapmanın önemini kavradık.
İzlediğimiz bir diğer belgesel, ‘Dayê Dibê Aşitî’ (Annem Barış İstiyor) Aziz Çapkurt’un Cumartesi Anneleri’ni konu alan annelerin çocuklarına kavuşmak için verdiği mücadeleyi, direniş öykülerini ve yaşamlarını yansıtan belgeseliydi. Suriyeli Yönetmen Akram Haido’nun (Ekrem Heydo) ‘Helebçe-Zarokên Winda’ (Halepçe- Kayıp Çocuklar) isimli belgeseli, 1988 yılında yaşanan Halepçe katliamında yaşanan şiddeti yeniden üretmeyerek yansıtan, tarihe tanıklık eden en çarpıcı belgesellerden biriydi. Katliamda kaybettiği çocuklarının öldülerse ruhunun, eğer yaşıyorlarsa da anısının onların temas ettiği taşlarda yaşadığını düşünerek sokaktaki taşları oyan Fahrettin Usta, sanat eseri haline getirdiği taşları aynı kıyımda çocuklarını kaybetmiş diğer ailelerin kapılarına asar. Taşları oymak biraz olsun acısının yatışmasını sağlar. İki kahraman etrafında çekilen filmin ikinci kahramanı Ali de katliamdan hemen sonra götürüldüğü İran’dan 21 yıl sonra memleketi olan Halepçe’ye kayıp ailesini aramak için döner. Bütün Halepçe halkı kendi çocuğunu bulmuşçasına sevinir; Ali’yi bağırlarına basarlar. Beş aile bir gün çıkagelen Ali’nin yıllar önce katliamda kaybettikleri kendi çocukları olmasını ümit eder. Yapılan DNA testi sonucu Ali gerçek ailesini bulsa da artık sembolik olarak Halepçe’nin oğlu kabul edilir. Aynur Özbakır’ın “2 Temmuz” isimli belgeselinde ise 2 Temmuz 1992’de yaşanan Sivas katliamı, bu dramı yaşayan tanıklıklarla perdeye yansıtılmaktaydı. Sivas’ı hatırlamak, suçluların hâlâ yargılanmadığını bilmek bizi bir kez daha dehşete düşürdü. Rodi Yüzbaşı’nın kendi aile öyküsünden yola çıkarak çektiği “Miraz” (Umut), belgeselde biçim arayışı konusunda üzerinde konuşulması gereken belgesellerdendi. Görselliği ve anlatım biçimi olarak öne çıkan belgesel, Fransa’ya kaçak yollardan gitmeye çalışan bir genç, aynı yolla Fransa’ya göç etmiş çocuklarını sekiz yıldır görmeyen ve bekleyen yalnız kalmış bir anne babanın öyküsünü anlatmaktaydı. Tülin Dağ’ın “Bir Adım Ötesi” isimli belgeseli kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak Türkiye’de siyasi nedenlerden dolayı uzun süre cezaevinde kalmış üç kadının cezaevi sonrasında yaşamlarını, cezaevine ilişkin anılarını ele alıyordu. Sezgin Türk’ün “Mamak’da” isimli belgeseli de aynı temayı, 12 Eylül sürecinde Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kalmış kadınların direniş öykülerini işlemekteydi. Özkan Küçük’ün “Seyid-Hakikat Yolunda” isimli belgeselinde yönetmen yine kendi aile öyküsünden yola çıkmıştı. Babası Alevi Dedesi Seyid Musa Dede’nin Cemevi kurma, Dersim’deki çocukluğu, Dersim’e geri dönüş eşliğinde Aleviliği anlatan bir belgeseldi. Sabite Kaya’nın “Bedensiz Ruhlar” isimli belgeseli ise Seks İşçilerinin yaşamlarını daha çok da çaresizliklerini aktarmaktaydı. Aysim Türkmen’in “Selahattin’in İstanbul’u” ise Selahattin’in öyküsünden yola çıkarak kentsel dönüşüm çerçevesinde Sulukule’nin yok oluşunu gözler önüne seren çarpıcı belgesellerdendi.
Belgesel günlerinin yarışma bölümüne katılan 14 belgeselden Ekrem Heydo'nun “Halepçe”, Aziz Çapkurt'un “Annem Barış İstiyor” ve Rodi Yüzbaşı'nın “Miraz” isimli belgeselleri ödüle layık görüldü. Cegerxwin Özel Ödülü Ozan Munzur'un “Ziyaret”, Aysim Türkmen'in “Selahaddin’in İstanbul’u” isimli belgesellerine, Halil Dağ Jüri Özel ödülü ise Murat Özçelik'in “Ölücanlar” belgeseline verildi.
İzleyebildiğim belgesellerin ortak keseni, dertlerinin ve kaygılarının olmasıydı. Hepimiz kendi yaşam öykümüzden ya da tanık olduklarımızdan yola çıkarak bir bellek oluşturmaya çalışıyorduk. Ödül töreninde bir konuşma yapan Kayapınar Belediyesi Kültür Müdürü Mahmut Büyükbayram, Fîlmamed etkinliklerinin amacının geçmişte yaşanan toplumsal olayları konu edinen belgeseller ile toplumsal belleğin açığa çıkarılmasına katkı sunmak olduğunu dile getirmekle bu durumun altını çiziyordu aslında. İlk kez düzenlenen Fîlmamed’de filmimizin yer almasından, diğer belgeselci arkadaşlarla tanışmaktan, izlediğimiz belgeseller üzerine tartışmaktan en önemlisi bir araya gelmekten, bize yaşatılan sıcak ve içten ağırlamadan, Diyarbakır’da olmaktan çok mutlu olduk. Görselliğin, tanıklıkların, tarihe bütün yaşananları eklemek değil tarihi yeniden yazmak gereğinin önemini bir kez daha kavradık. Yolun açık olsun Fîlmamed…
Feryal Saygılıgil
No comments:
Post a Comment